İstanbul...
Daha ilk bakışta orta çağı anımsattı bana.
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu.
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi karanlık basmadan korkudan evlerine koşuşan kadınlar.
Asma çardaklarının gölgesinde günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç' in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret olan Türk mahalleleri ve şarkın değişmez sessizliği.
Uyuyorlar...
Oysa Beyoğlu, Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar, mağazalar, tiyatrolar, müzikaller, bambaşka bir sosyal çevre.
Vergi vermeyen, sırtını kapitülasyonlara dayamış, merkezi hükümete önem vermeksizin yaşayan bir bambaşka İstanbul...
Osmanlı' nın üzerindeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki sanki Türkler kendi vatanlarında esir, yabancılar efendiydiler...
Aklıma Tevfik Fikret' in sis şiiri gelirdi...
istanbul...
Facire-i dehr.
Dünyanın koca kahpesi.
İlk hükümdarlar İstanbullu olsaydı Osmanlı diye bir şey olamazdı derdim.
Hangi devlet olursa olsun burada çürür.
Ama İstanbul' dan hoşlanıyordum.
Fuat ile arkadaş olmuştuk.
Onunla İstanbul'u gezerdik, keşfetmediğimiz yeri kalmamıştı.
Bir gün kayıkla büyükada'ya gittik çamların arasında kamp kurduk. kap, kacak, çıra, yiyecekler getirdik.
bir şişe de rakı...
Bu anason kokulu içkiyi hiç denememiştim. Birayı bilirdim biraz da şarap. sonra sarayburnu boğaz ve haliç...
Rum, Ermeni ve Türkler...
Tarihin yazgısı onları ah ile vah arasında bir çizgide bırakmıştı.
Aynı kayıkta biri Yani, biri Mehmet...
Aynı denizi paylaşan iki kürek...
(Yunanca şarkı)
Daha ilk bakışta orta çağı anımsattı bana.
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu.
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi karanlık basmadan korkudan evlerine koşuşan kadınlar.
Asma çardaklarının gölgesinde günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç' in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret olan Türk mahalleleri ve şarkın değişmez sessizliği.
Uyuyorlar...
Oysa Beyoğlu, Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar, mağazalar, tiyatrolar, müzikaller, bambaşka bir sosyal çevre.
Vergi vermeyen, sırtını kapitülasyonlara dayamış, merkezi hükümete önem vermeksizin yaşayan bir bambaşka İstanbul...
Osmanlı' nın üzerindeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki sanki Türkler kendi vatanlarında esir, yabancılar efendiydiler...
Aklıma Tevfik Fikret' in sis şiiri gelirdi...
istanbul...
Facire-i dehr.
Dünyanın koca kahpesi.
İlk hükümdarlar İstanbullu olsaydı Osmanlı diye bir şey olamazdı derdim.
Hangi devlet olursa olsun burada çürür.
Ama İstanbul' dan hoşlanıyordum.
Fuat ile arkadaş olmuştuk.
Onunla İstanbul'u gezerdik, keşfetmediğimiz yeri kalmamıştı.
Bir gün kayıkla büyükada'ya gittik çamların arasında kamp kurduk. kap, kacak, çıra, yiyecekler getirdik.
bir şişe de rakı...
Bu anason kokulu içkiyi hiç denememiştim. Birayı bilirdim biraz da şarap. sonra sarayburnu boğaz ve haliç...
Rum, Ermeni ve Türkler...
Tarihin yazgısı onları ah ile vah arasında bir çizgide bırakmıştı.
Aynı kayıkta biri Yani, biri Mehmet...
Aynı denizi paylaşan iki kürek...
(Yunanca şarkı)