bir ara sokakta öldüm dün
öylece yani
birdenbire
boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
granit duvarlı binanın anlamsızlığına
şehrin boşu boşunalığına içerlerken
bırakmışım son nefesimi kaldırıma
bitmiş
öylesine yani
birdenbire
yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan
yüz ifadesini göremesem de
anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı
o sokakta bitti her şey
öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren
apartman sakinlerini düşlerken
sıkıntıdan
ölmüşüm dün
arka odada ütü yapıp
buharını burnuna çeken kadını
mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
gözyaşını kabuklara saklayan madame mari'yi
kocasıyla artık sevişemediği için
kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen servi'yi
düşündükçe
ölüvermişim dün
böylece bitmiş yani
birdenbire
sıkılmışım derinden zahir
tutunca da nefesimi
portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe
iki kedi de bulanınca
kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
balkabağı mevsimi bile değilken
dönüşüvermiş her şey baldan kabağa
ve saat henüz 12'yi vuramamışken
kalkmış otobüsler durmamaya
mecal mi bulamamışım, yere döktükleri bala mı basmışım
hatırlamam ama
öylece kalakalmışım kalkamamışım
şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan
vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan
kayıklar da serseri misinalar
otobüsler kimseyi almadan durup durup geçiyorlar duraktan
arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor her gün, her öğle
her gece
bisikletleri balkonlarında unutanlar
her an yağmur yağsın diye dua ediyor
üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar
buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar
aynı kuru kahveciden gün aşırı iş olsun diye
yüzer gram kahve alıp evde iş olsun diye öğütüyorlar
ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü
kimse sormuyor iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye
bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
balkondaki beyaz brandalar rüzgarla sökülürken
sökülüvermişim
şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
sıkıntı işte
ya da ölmek yerine
iki adım yol yürüyeydim de
konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle
gitmek yerine
öylece yani
birdenbire
boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
granit duvarlı binanın anlamsızlığına
şehrin boşu boşunalığına içerlerken
bırakmışım son nefesimi kaldırıma
bitmiş
öylesine yani
birdenbire
yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan
yüz ifadesini göremesem de
anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı
o sokakta bitti her şey
öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren
apartman sakinlerini düşlerken
sıkıntıdan
ölmüşüm dün
arka odada ütü yapıp
buharını burnuna çeken kadını
mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
gözyaşını kabuklara saklayan madame mari'yi
kocasıyla artık sevişemediği için
kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen servi'yi
düşündükçe
ölüvermişim dün
böylece bitmiş yani
birdenbire
sıkılmışım derinden zahir
tutunca da nefesimi
portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe
iki kedi de bulanınca
kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
balkabağı mevsimi bile değilken
dönüşüvermiş her şey baldan kabağa
ve saat henüz 12'yi vuramamışken
kalkmış otobüsler durmamaya
mecal mi bulamamışım, yere döktükleri bala mı basmışım
hatırlamam ama
öylece kalakalmışım kalkamamışım
şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan
vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan
kayıklar da serseri misinalar
otobüsler kimseyi almadan durup durup geçiyorlar duraktan
arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor her gün, her öğle
her gece
bisikletleri balkonlarında unutanlar
her an yağmur yağsın diye dua ediyor
üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar
buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar
aynı kuru kahveciden gün aşırı iş olsun diye
yüzer gram kahve alıp evde iş olsun diye öğütüyorlar
ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü
kimse sormuyor iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye
bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
balkondaki beyaz brandalar rüzgarla sökülürken
sökülüvermişim
şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
sıkıntı işte
ya da ölmek yerine
iki adım yol yürüyeydim de
konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle
gitmek yerine